9 Ağustos 2017 Çarşamba

Bastille'de Bir Robespierre

Ucundan dönmüşüz ama kıyılarını arşınlamışız
Korsika mahzenlerinin
Paris meydanlarında ve Bastille'de yaşanıp
Mesafeleri yok eden
Ve Marie Antoinette'in ruhunu kezzap dökmüşcesine sızlatan
Yeni dalganın son çığlıkları
Farklı bir dünyada kapıları açarak
Hızlıca ilerliyor
Yakın Çağı muştulayıp
Engizisyonun dehlizlerini yara yara.


6 Ağustos 2017 Pazar

Varsayımsal İktisadın Görünemeyen Elleri

Bir bilim olarak iktisat, diğer bilim dalları gibi belirli varsayımlara sahiptir. Bunların içerisinde henüz İktisadi İdari Bilimler Fakültelerinin girişine henüz yazılmamış olmasını garipsediğim bir tanesi  - aslında tam olarak varsayım değilse de içinde varsayım barındıran- de İktisat biliminin tanımıdır ki İİBF tornasından geçip bu cümleyi duymayan kişi sayısı pek azdır. Ol tanımda iktisat biliminin kıt kaynakların etkin kullanımını müjdelediği, biz 18-19 yaşlarında olup akademik eğitim almaya gelip, sıfır noktasına yakın hayat tecrübesine sahip körpe olduğu kadar tıfılların beynine nakşedilirdi - ki şahsi kanaatimce bu tanım yüzyıllarca da kullanımını sürdürecektir-

 Kaynakların kıt, ihtiyaçların sonsuz olduğu ve insanoğlundaki ihtiyaç giderme güdüsünün sonlanamayacağı düşünülerek yazılmış, İktisat bilimi açısından amentü olarak nitelendirilebilecek bu söz de elbette Klasik İktisat olarak tanımlanan düşünce akımının ışığında hazırlanmıştır ki İktisat bilimini kuran, katarın lokomotifini Görünmez El (İnvisible Hand)'in kuklacısı Adam Smith'in çektiği  The Legend Crew bu ekipten oluşmaktadır. Klasik İktisatta bilindiği gibi piyasanın her daim kendisini denge durumuna getirebileceği, Friksiyonel İşsizliğin haricinde işsizlik yaşanmayacağı (Dipnot:Burada Friksiyonel işsizliğin kapsamına kendi iradesiyle iş aramayı bırakan işgücüne dahil vatandaşlar girmektedir.) ve her şeyin güllük gülistanlık olacağı, bu gül bahçesine girmeden güzergah üzerindeki patikalardan geçileceği ve bu patikalardan geçip ayakta kalacak genç girişimcilerin sayesinde ekonominin ayakta kalıp, müreffeh bir düzenin kurulacağı muştulanıyordu. Piyasada herkese yetecek kadar yer vardı, buna karşın söylendiği gibi herkese yetecek kadar refah yoktu. Refahı sağlayacak olan genç girişimciler doğal seleksiyonla ayakta kalıp, ayakta kalamayanlara da refah taşıyacaklardı. Beri yandan işgücü gırla gidiyordu, çalışmak istemeyene yedek sanayi ordusu sopasıyla girişilip çalışılamayacak hale gelinceye değin dövülüyordu. Bu yedek sanayi ordusu hücceten işten ayrılan işçilerin yerini alıyor ve aldığı ücrete razı oluyordu. Henüz sınıf olarak nitelendirilemeyen amele topluluğu ücretler artsın kelimesinin ilk harfini telaffuz etmeye yeltendiği anda aportta fırsat kollayan yedek sanayi ordusunun müdahalesiyle karşı karşıya kalıyordu. Bu sayede ücretler de yükselmiyor ve Homo Economicus bu sayede müreffeh yarınlara kulaç atmayı başarıyordu. Klasik iktisatta İnsanoğlu o kadar Homo Economicus'tu ki her zaman kendisi için en doğrusunu seçer, Homo Homini Lupus (İnsan İnsanın Kurdudur) varsayımından da hareketle asla yanılmadan, gerekirse diğer temel ekonomik birimler olan diğer Evlad-ı Economicuslarla cephede göğüs göğüse çarpşarak fayda maksimizasyonunu sağlıyordu (Faydasını ençoklaştırıyordu). Sonra insanoğlu bu rüyadan uyandığı vakit ise ne görünmez el kalmıştı ortada, ne de kuklacı. Devir artık sürekli eksik istihdamın içerisinde çukur kazdırarak işveren konumuna gelmiş devletin ve John Maynard Keynes'in devriydi.

Velhasıl insanların kendi çıkarını düşündüğü konusu bu akımın varsayımları içerisinde doğruydu. Ama bütün bireylerin piyasaya tam anlamıyla hakim olduğunu savlamak da ne bileyim kulağa garip geliyordu doğrusu. İktisadı bu temelden ele alarak iktisadın ebeveyni konumuna gelmiş Adam Smith ve düşüncelerinin buna karşın 200 yıldan fazla geçerliliğini koruması da ol devirde emekleme çağını yaşayan Dünya kapitalizminin düşünsel sefaletini de gösteriyor beri yandan. Politikayı meşrulaştırmak adına her türlü saçmalık o devirde de mübahtı, şu anda mübah olması ise daha gülünç. Bu teorileri okumaya heveslenen genç arkadaşlara da tavsiyem, hobi olarak yine okuyun.


5 Ağustos 2017 Cumartesi

Bunaltıcı Bir Yaz Gününde Karasal İklim Pussallığı

Sıcak bir yaz gününün kıyı kesimlerde yarattığı nemliliğin iç kesimlerde görülmemesi nedeniyle nispeten rahat olmakla beraber kendine özgü bunaltıcılığıyla maruf bir yaz mevsimi geçmekteydi. Mevsimsel kısır döngülerin ala şafağında, gidebilecek son durağın da ortadan kalkmış olmasının verdiği hüzünle yol üzerinde zaman zaman kendinden geçiyordu. Toprağın çoraklığıyla kıyasıya yarışmaya çalışan ve onu beyaz bir tül perde naifliğiyle olabildiğince örtmeye çalışan fakat topraktaki susuzluğun alabildiğine yararak toprakların, oluşan kuraklık imgesiyle at başı gitmesi nedeniyle bunu başaramayan verimliliği kilometreler ilerledikçe dikkatini celbetmekteydi. Yolların yılankavi gidişatının ulaşmasını bekliyordu ve fakat sıkıcılıktan öteye gitmeyen, uzun yolların yarattığı ve mevsimsellikten münezzeh olan, yol boyunca kendiliğinden beliriveren sis ve pus ortalığı kaplayarak yolculuğu daha da sıkıntılı hale sokuyordu.

Boylu boyunca uzanan yolların hayat çizgisiyle peşi sıra ilerleyerek söküp götürdüğü ilk ve orta mektep anılarından çok uzakta kendini hissederek ve dahi ilerleyen zamanın saniyelerine dokunmak isterken kendisine çarpmaları sonucunda abandone olarak irkilerek yola döndü. Artık gerçek olduğu kadar içinde sanallık da taşıyan Uzakdoğu menşeili Yin ve Yang'a selam taşıyarak ağır aksak devam ettiği var oluş yolculuğu. Önünde olan durakların hangi zaman dilimi içerisinde, hangi hırsları, hangi hataları ve arayışları kapsayacağı da belli olmazdı. Bu belirsizliği hesaba katarak önüne baktı, önünde uçsuz bucaksız görünen ovalar ve kenarında kebapçıdaki garnitür niyetine bulunan az buçuk yeşilliğe baktı. Her şeye rağmen yola devam etme kararı aldı. Belli bir noktada kararların da içinden çıkılmaz hale geliniyordu fakat kararlar doğru ya da yanlış, kaçınılmazdı. Doğruluğu elde edebilmek bir nevi kumardı. Bittabi kazanan ve kaybeden yolun sonunda belli olacaktı.

30 Temmuz 2017 Pazar

Uzay Zamandan Sevgilerle

İnsanoğlunun zaman ve mekan kavramlarıyla bitmeyen sıkıntısı uzun yıllardır devam ediyor. Zaman kavramının insan hayatında dönemsel olarak yakaladığı bir göreceliliğin varlığı da yıllardır söylenip duran bir gerçektir. Kimileri 30 yaş sonrası zamanın daha hızlı aktığı savında bulunurken kimileri de yukarı çekebiliyor. Ancak burada örneklem uzay itibariyle Türkiye sınırları içinde yaş aralığının 30-39 arası değiştiğini gözlemlemek mümkün diye düşünüyorum (Bu yorum elbette ki bilimsel bir tespite dayanmıyor, tamamen kendi sezgilerim aracılığıyla uydurdum bu gerçekliği) 

Belli bir yaştan sonra zamanın akışı uzay zaman teorisi açısından ne şekilde ele alınabilir veya bu durumun uzay zaman teorisi bağlamında bir karşılığı var mıdır gibi sorular da bilim insanları açısından gündeme alınması gereken konulardır kanımca. Uzay zamanın kendi iç evrenimizde ve kendi gerçekliğimiz içinde zamanı eğip bükebilmesi ne kadar mümkündür sorusu halen önümüzde durmakta. Yukarıda bahsettiğim yaş sınırı olayı da aslında bununla ilintili bir konu diye düşünüyorum. Zamanın göreliliğini insanın kişisel yaşantısındaki milyonlarca bağımsız değişkenin oluşturduğu bir bağımlı değişken olarak ele alırsak, bu durumun yaş sınırını değiştirdiği sonucuna varabilmek o kadar da zor olmayacaktır. Her ne kadar bu konu üzerinde araştırma yapmak Türkiye şartlarında ütopyanın da ötesinde görünse de şahsi uzay zaman eğrileri üzerinde dünya çapında çalışmalar yapılabilir. Sınırlı sayıda belirlenecek olan bir örneklem grubuyla uzun vadeli olarak (takribi 20-30 yıl) sürdürülebilecek bu çalışmayla Fizik, Psikoloji, Sosyoloji gibi farklı disiplinler açısından sonuç alabilme ihtimali mümkündür. Şahsi anlamda bir Uzay-Zaman eğrisi var mıdır? Farklı eğriler birbirleriyle etkileşim haline geçebilir mi (bu soru da şu anda epeyce fantastik görünüyor elbette) ve bu eğriler kişiliği ve sosyal çevreyi nasıl etkiliyor gibi sorular da ele alınabilir. Yukarıda bahsettiğim gibi bu sorular, alınacak cevaplar ve hatta bu konuyla uğraşmak şu anda epeyce fantastik, ama bilim ve bilim felsefesinin cevap almaya çalıştığı sorular fantastik olmalı ki alınacak cevaplar gerçeğe yakınlaşsın. Teorim şudur ki; bir bilimsel çalışma başlangıçta ne kadar ütopikse, insanoğlunun yaşantısında yaratacağı kalıcılık o kadar fazladır. 

26 Haziran 2017 Pazartesi

Patikalar ve Uzaktaki Rezidanslar

Soğuk ve yağmurlu bir hava kütlesinin yakın zamanda ardında bırakarak terk ettiği ıssız olduğu kadar ulaşılmaz bir diyarın doruklarında ıssızdan uzaklaşmayı istercesine fakat bir tarafı da tam tersine bundan kaçınan bir halde yalnızlığı ile başbaşa kalarak kendini dinleme isteğini dizginlemeye çalışıyordu ana kahraman. Yazılacak olan bu hikayenin başı veya sonunun, içinde bulundurduğu kahramanların ve onların yaşantılarının ve dahi olay örgüsünün geçmiş veya geleceğe dair olarak zaman mefhumu çerçevesinde önemi bulunmamaktaydı. Anı yaşarken karakterlerin yaşayışlarının flulaşması bu hikayenin bütünlüğünü sağlayacaktı. Bu hikaye bütünlüğü sağlanırken de karakter hikayeleri birbirinin içine geçerek tek bir hikaye oluşturmalı ve geçmiş ve gelecek arasında kurulan kıldan ince kılıçtan keskin köprüye çıkışı sağlayacak merdiven basamaklarını oluşturmalıydı diye düşündü. Bir an için bu basamakları oluşturan olumlu hasletlerin kendisinde bulunup bulunmadığına dair çıkarımlar yapma isteği içinden geçti ancak bu tarz düşünceye dayalı eylemlerin uzun süreceğini düşünerek vazgeçti. Zaten oldum olası hayat felsefesine dair konularda fazla düşünmeyi seven bir yapıya sahip değildi. Fakat kafasını kurcalayan sorunların yarattığı vehimlerden dolayı bu durumu sorgulamaktan vazgeçemeyişi kendisi açısından paradoksal sıkıntılar yaratıyordu.

Tepeden aşağı doğru inen patikadan güç bela inmeye çalışıyordu. Bütün bu zorlukların varoluşsal sıkıntılarına ek olarak mı varolduğunu veya onlardan farklı bir niteliğe sahip olup olmadığını da düşünerek bir an duraksadı ve kafasını kaldırarak gökyüzüne baktı. Gökyüzünde mavinin tonlarını görebilmeyi umut etti bir anlığına. Tonlardaki maviliğe yakınlaşabilmek için doruklara yaklaşmak mı uzaklaşmak mı gerekiyordu veya düz ovaya inmenin görüş açısında farklılık yarataır mıydı bunu da düşündü bir anlığına nefret etmesine karşın. Renkler ve tonlar arasındaki geçişlerin gündelik hayatta da karşılıkları olduğunu aklından geçirdi. Sonra renkleri bir an için sildi aklından ve yoluna devam etmeye karar verdi. Devam eden yolda belirgin bir rotası olmamalıydı. Spontane gelişen yolculuklardan hazzeden bir insandı hayatı boyunca. Rutinden nefret etmesine karşın bunun yarattığı rutin onun için rutin sayılmazdı çünkü farklılık yaratan durumlar onun muhayyilesinde rutin kelimesi kapsamına girmezdi. Rutin dediğin belirli bir çerçevede gelişip sonucu da belli olan olaylar için kullanılmalıydı. Rutinden kaçmak için her fırsatı değerlendirdiği hayatı boyunca dönüp dolaşıp aynı noktaya gelinen bir sarmalın bağrında kendini bulmaktan da hazzetmiyordu fakat dönüşler kendisini ister istemez aynı noktaya getiriyordu.

Bunların arkasından sahip olduklarına ve olamadıklarına dönüp baktı. Baktığı noktadan yukarısında plazalar ve rezidanslar gözüne çarptı. Bir köşeye oturarak uzun uzun yükselen binalara baktı ve bozulan şehir mimarisinin yapısını geçici olarak değerlendirerek yola koyuldu. Mesafe kısa görünse de aslında uzundu. Etrafında canlı yaşantısına dair herhangi bir emare göörünmüyordu. Bu belirtilerden kaçmaya çalışarak geldiği bu noktada eskiye duyduğu özlemin kendisini şehre indirmesine söverek yoluna devam etti.

17 Haziran 2017 Cumartesi

Sezona Dair Panoramik Bir Beşiktaş Analizi

Lig bitiminin üzerinden geçen yaklaşık üç haftadan sonra validemizin ligi olarak tabir edilen ve Spor Toto Teşkilat Müdürlüğünün baş finansörlüğünü yaptığı Über Ligimizin 2016-17 sezonu adına sağlıklı değerlendirmeler yapma vakti geldi sayılır. Her sezon sonunda mutad biçimde yaşanan çıkmaların ve düşmelerin mukabilinde transfer sezonunun açıldığı ve gündüz maçlarındaki kapalı tribün gölgelerinin koşmayı pek sevmeyen kanat oyuncularının sığınağı olduğu bu günlerde sezonu Beşiktaş açısından kısaca değerlendirmek isterim. 

Beşiktaş taraftarları olarak sezon başlangıcında topluca bir Mario Gomez travması yaşadık. Rönesansın beşiği Floransa'dan gelerek bir sezonu güzelleştiren Gomez, eşi Carina'nın ülkedeki terör saldırılarından kaçma isteğini kıramayarak ülkemizi terketti ve damağımızdaki bıraktığı tat saklı kalmak üzere Wolfsburg'a transfer oldu. Bu durum aslında 2015-2016 sezonu Beşiktaş'ına yakıştırılan ve türeten şahsın hangi cansız varlığın sesinden esinlendiği tarafımca henüz anlaşılamayan tiki taka adıyla da anılan futbol mantalitesinin sonu demekti. Genellikle 2009-2014 arası Barcelona'sı için kullanılan bu yansıma sözcük dizgesi, Pierre Van Hoojdonk'un vaktiyle Quality Turkish Media tabiriyle isimlendirdiği ve dönem dönem işlerin iyi gittiği belli kulüplere (bittabi İstanbul kulüpleri oluyor bunlar) bu tip yakıştırmaları yapıp işler kötü gittiğinde yerin dibine batırmaya meyilli Türk Futbol Medyası tarafından pek kullanılır olmuştu. Her neyse burada Beşiktaş teknik kadrosunun forvetin gidişiyle sıfırdan taktik oluşturması burada takdire şayan bir durum. İskelet kadronun ve orta sahanın yıllardır oturmuş olması bunun en önemli nedeni elbette bunun yanısıra kadroya takviye edilen Talisca ve Adriano gibi isimlerin gösterdikleri göz alıcı performanslar da şampiyonluk adına önemli katkı sağladı. Frikik erbabı Jose Ernesto Sosa'nın Milan'a gidişiyle doğan boşluğu ahenkle dans edemese de etmeye meyilli olan saçlarının da etkisiyle dolduran Talisca, sağlam gelip ilerleyen haftalarda  yapacağı katkıları Benfica maçında 90+3'te attığı golle daha sezon başında göstermişti. Asıl kapalı kutu kuşkusuz Aboubakar'dı. Kara Afrika'nın sıcak ikliminden kopup gelen bu kim olduğu bilinmeyen adam ilk haftalarda selefi Gomez tarafından forvet çıtası arşa yakın bir konuma denk getirilen Beşiktaş taraftarının kuşkusuz ki beklentilerini karşılayamadı. Ligin ilk yarısında Kayserispor maçı haricinde pek varlık gösteremeyen Aboubakar, asıl performansını Şampiyonlar Liginde göstererek performans yeterlilik kriterlerinde sınıfta kalmıştı. Ne olduysa Ocak ayında gittiği Afrika Kupasında oldu. Artık memleketinde kendisine yapılan Voodoo girişimlerini kayıtsız mı bıraktı yoksa aldığı memleket havası psikolojisi üzerinde olumlu etki mi bıraktı bilinmez ama Kupada takımı Kamerun'u şampiyonluğa ulaştırdıktan sonra bambaşka bir hüviyete büründü desek yeridir. Mevkidaşı Cenk ise sergilediği vasat performansa rağmen adına Alanya halkının gol duasına çıkarak ihya ettiği Vagner Love ikinci yarıdaki insanüstü performansını sergilemese belki de gol kralı olacaktı ki ligimiz açısından bu durum da ayrı bir garabettir.

Geçen dört sezonun kahramanlarından Atiba Hutchinson son haftalara kadar sergilediği performansıyla göz doldururken, Oğuzhan Özyakup kendisinin 20 Milyon Euro ettiğini iddia ettirecek kadar mükemmel performans sergiledi. Fabri, Lyon maçları haricinde vasat üstü ve zaman zaman (özellikle Boyko ve Tolga'ya kıyasla) mükemmel performanslar sergiledi. Yıllardır çekilen kaleci sıkıntısına göz göre göre çare bulamayan yönetim ve geçmiş teknik direktörlerden sonra en nihayetinde bu soruna da çare bulunmuş görünüyor.

Burada uzun teknik taktik analizlerden ziyade son iki yılda Beşiktaş'ın yükselen kazanma trendine dikkat çekmek isterim. Son yıllarda (arka arkaya yaşanan başarısızlıklar ve kaybedilen şampiyonlukların da bunda etkisi var kuşkusuz) futbol romantizminin pençesinden kurtulamayan ve Sevinmek İçin Sevmedik gibi abuk bir sloganla kendini avutmak zorunda kalan Beşiktaş taraftarı son iki yılda yaşanan başarıyla bu havayı nispeten üzerinden attı. Şenol Güneş, kendisi için iki yıl önce ezeli ve ebedi kaybeden iddiasında bulunan rakip takım taraftarlarının aksine uzun yıllardır son haftalarda kaybettiği şampiyonlukların acısını çıkarırcasına takımda başarı geleneğini oluşturdu. Bu konuda yıllardır sıkıntıda olan Beşiktaş'ın buna gerçekten ihtiyacı vardı. Bu romantik futbol zihniyetinin pik noktası olan ve farklı yönlerinden dolayı fetişleştirilen fakat ligin ikinci yarısında Premier Lig'e gideceği kesinleşince takıma son 4 haftada 1 puan toplatabilen gitar virtüözü Bilic'in ardından aranan kan kesinlikle bulunmuştur bu çok açık. Bundan sonrası Avrupa için ne ölçüde yeterli olur bu ise ayrı bir soru işareti. Özellikle transfer komitesinin sicili yapılan hatalar konusunda  kabarık ama hocanın bu sorunların üstesinden geleceğini düşünmek istiyorum. Bu konuda gelecek sezona dair tablo Temmuz ortalarından itibaren netleşecektir. Bekleyip görmekte fayda var.

30 Mayıs 2017 Salı

Katastrofik Bir Premier Lig Yalnızlığı

Gölgesi sahaya vuran kapalı tribün tavanlarının ışıltısı
Ve gök gürültüsünün yağmur damlalarıyla kızgın valsinin
Yarattığı duygudurumsal patetik şizofrenik hisler
Ve 1997 ilkbaharında Cantona'nın attığı son çalım
Falkland Adalarına uğrayan Arjantin uçaklarından kalan yakıt kokusu kadar
Oluşturuyor bilinmezliğini ilkbahar başlarındaki ekinoksa dayanarak
Avustralya kıtasından hareket eden bumerangın
Kendi etrafındaki hesaplaması zor dönüş hızına dayanarak
Dönmüyor artık Robson, Ferguson, Cruyff ve de Sven Goran Eriksson
Bilindik bir uğrak olan fakat artık demini kaybetmiş
Liverpool limanındaki son aşkın kırıntısından.