30 Temmuz 2017 Pazar

Uzay Zamandan Sevgilerle

İnsanoğlunun zaman ve mekan kavramlarıyla bitmeyen sıkıntısı uzun yıllardır devam ediyor. Zaman kavramının insan hayatında dönemsel olarak yakaladığı bir göreceliliğin varlığı da yıllardır söylenip duran bir gerçektir. Kimileri 30 yaş sonrası zamanın daha hızlı aktığı savında bulunurken kimileri de yukarı çekebiliyor. Ancak burada örneklem uzay itibariyle Türkiye sınırları içinde yaş aralığının 30-39 arası değiştiğini gözlemlemek mümkün diye düşünüyorum (Bu yorum elbette ki bilimsel bir tespite dayanmıyor, tamamen kendi sezgilerim aracılığıyla uydurdum bu gerçekliği) 

Belli bir yaştan sonra zamanın akışı uzay zaman teorisi açısından ne şekilde ele alınabilir veya bu durumun uzay zaman teorisi bağlamında bir karşılığı var mıdır gibi sorular da bilim insanları açısından gündeme alınması gereken konulardır kanımca. Uzay zamanın kendi iç evrenimizde ve kendi gerçekliğimiz içinde zamanı eğip bükebilmesi ne kadar mümkündür sorusu halen önümüzde durmakta. Yukarıda bahsettiğim yaş sınırı olayı da aslında bununla ilintili bir konu diye düşünüyorum. Zamanın göreliliğini insanın kişisel yaşantısındaki milyonlarca bağımsız değişkenin oluşturduğu bir bağımlı değişken olarak ele alırsak, bu durumun yaş sınırını değiştirdiği sonucuna varabilmek o kadar da zor olmayacaktır. Her ne kadar bu konu üzerinde araştırma yapmak Türkiye şartlarında ütopyanın da ötesinde görünse de şahsi uzay zaman eğrileri üzerinde dünya çapında çalışmalar yapılabilir. Sınırlı sayıda belirlenecek olan bir örneklem grubuyla uzun vadeli olarak (takribi 20-30 yıl) sürdürülebilecek bu çalışmayla Fizik, Psikoloji, Sosyoloji gibi farklı disiplinler açısından sonuç alabilme ihtimali mümkündür. Şahsi anlamda bir Uzay-Zaman eğrisi var mıdır? Farklı eğriler birbirleriyle etkileşim haline geçebilir mi (bu soru da şu anda epeyce fantastik görünüyor elbette) ve bu eğriler kişiliği ve sosyal çevreyi nasıl etkiliyor gibi sorular da ele alınabilir. Yukarıda bahsettiğim gibi bu sorular, alınacak cevaplar ve hatta bu konuyla uğraşmak şu anda epeyce fantastik, ama bilim ve bilim felsefesinin cevap almaya çalıştığı sorular fantastik olmalı ki alınacak cevaplar gerçeğe yakınlaşsın. Teorim şudur ki; bir bilimsel çalışma başlangıçta ne kadar ütopikse, insanoğlunun yaşantısında yaratacağı kalıcılık o kadar fazladır.