29 Ekim 2017 Pazar

20'li Yaşlar Ve Grotesk Hüzün Bulutları

İnsan hayatını belirli periyotlara ayırmak gerekirse, bunun en renkli kısımları kuşkusuz 14-24 yaş arasını kapsayan zaman dilimi olmalıdır. Bu tespit subjektif bir yargı içermekle beraber konu ile ilgili bir anket çalışması yapılsa katılımcıların büyük çoğunluğunun bu aralık üzerinde birbirlerinin fikirlerinden habersizce hemfikir olacağını da düşündüğümden ve tecrübeyle sabit bir halde bu yargıya varmanın mümkün olduğu kanaatine vardım. Yaşam çizgisi süresini periyotlara ayırarak tespit yapma süreci esnasında objektif tespit yapabilmek için de elbette bu periyotların üzerinden belirli bir zamanın (ki bu süreç kimi zaman 3 ila 5 yıl arasındayken, kimi zaman on yılları bulabiliyor) geçmesine de ihtiyaç bulunmakta.

Gamdan, kederden ve bilimum düşünsel haşerattan uzak durabilmek gençlik yıllarında insanın daha da kolay bir şekilde gerçekleştirebildiği bir olay. İnsan psikolojisinin iş hayatına atılmayla beraber serbest piyasa ekonomisine ve rekabet şartlarına (kimi zaman inanılmayacak ölçülerde gerçekleşerek) sağladığı uyum, yeni dert ve sıkıntı kümelerini de beraberinde paket halinde yolluyor elbette. Bu hüzün bulutlarının yoğunlaşmış bir halde insanın üzerine gelmesi sonucu hayatın daha dayanılmaz bir hal alması da 20'li yaşların ortalarından itibaren kaçınılmazlaşıyor. İnsanın nispeten bulutların üzerinde gezdiği, kimi zaman da uçan halı kullanmak suretiyle diyardan diyara gezdiği, bu yolculukların sonunda ise (takribi 18 yaş civarında) ya sert bir kütleye çarparak ayıldığı, ya da ayılma sürecini geciktirerek ergenlik çağının sonunu ertelediği 14-18 yaş arası devirlerin devri sıra gelen 18-23 yaş arası süreç aslında hayattaki en güzel dönemdir. Buradaki güzelliğin sebebi bulutların üstündeki yerçekimsel ortamın etkisinin azalması ve daha realistik bir çap ve ebatta hayata bakma güzelliğidir. (elbette bu durum kişiden kişiye değişmektedir, bunu söylemeye gerek dahi yok)

Bu gerçekçiliğin sonu da hayata atılma ile beraber sona eriyor. Sona erişin farkındalığıyla beraber depresyonal süreçler yaşanıyor, yeni düzene uyum sağlayabilmek konusunda yaşanan sıkıntılar da bunun temel kaynağı oluyor. Her ne kadar evrimsel süreç itibariyle türümüz yeni ortam ve koşullara kolaylıkla uyum sağlayabilse dahi uyum sağlayabilme kabiliyetinin de kişisel bir yeti olduğunu unutmamak lazım. Naif kişiliğe sahip, sofistike insanlar için hayat daha da zorlaşırken, fiziken olmamakla beraber mecazen yırtıcılığa sahip olan türün alt birimleri mücadeleye açık olduklarından bu süreci daha az hasarla atlatıyorlar. Yanisi tür içi farklılıklardan ötürü yine güçlü olan ayakta kalıyor. Naiflik günümüz dünyasında tek başına geçer akçe değil, her şartı göz önüne alarak farklı tecrübelere açık olmak lazım geliyor.

20 Ekim 2017 Cuma

Mevsimsel İlhamsızlık

Gün itibariyle ekinoksu çeyrekten biraz fazla geçen sonbahar günlerinin insanı hüzünlendirdiğini söyleyen teoriler mevcut. Bu teorilerin karşılığı ise kendisini insanların mevsimlere göre kendini nasıl hissettiğine dayandırılıyor çoğu zaman. Anlık olarak insan psikolojisini etkileyebilen onlarca değişken varken bunların içerisinde kendi,ne yer bulan hava ve zemin şartlarını mutlak bir baskınlıkla suçlayarak, bütün gerginlik, anksiyete, depresyon, obsesyon vb. rahatsızlıkları hava şartlarına bağlamak bana kalırsa aleni bir mantıksızlık. Kimi yazarların belirli hava şartlarında daha fazla yazdıklarını, mevsim geçişlerinden ilham aldıklarını söyledikleri de malum. İşte bu durumlar insanoğlunun derinlerde sahip olduğu veya o kadar da derinden gelmeyen ve çok sayıda değişkenden mürekkep olan belli eylemlerde bulunma veya bulunamama halinin bahanesi olarak göze çarpıyor. Bir aydan fazla zamandır yazamıyordum. Bunun kaynağının mevsimsel olduğunu düşündüğüm anda aklım bu iddiama okkalı bir şekilde sövünce, ben de bunu yazıya döktüm. Sonra da anladım ki, yazmak için gelen ilham o kadar da uzaklarda değilmiş.

5 Eylül 2017 Salı

Başarı Üzerine

Kişisel ve toplumsal şartlanmışlığımızın cisimleştiği başlıca kavramlardan birisi de hiç kuşkusuz başarıdır. İnsanoğlunun hayatı boyunca devamlı peşinde koşarak yakalamaya çalıştığı, kimi zaman yakaladığı, kahir ekseriyetle yakalayamadığı, bazen de son anda yetişerek ucu ucuna sahip olduğu bir kristal kasedir adı geçen kavram. Nice yiğitler okul hayatı, iş hayatı, kariyer vs.derken heba olmuştur bu kutsal kasenin götürdüğü yere giderken. Sahip olduğu efsun sayesinde kitleleri yüzyıllardır peşinde koşturmakla birlikte, henüz sırrına vakıf olabilen görülmemiştir. İnsanoğlunun Yontma taş devrinden başlayıp akıllı telefonlara kadar gelen milyonlarca yıllık yolculuğunda edindiği bilgi birikimi bu sihirli kavramı açıklamak bir yana dursun, sihrini katlayarak her alanda küresel rekabetin arttığı, her şeyin alınıp satılabildiği piyasalarda tezgaha yerleştirmiştir. Kimi zaman ara mal olarak kullanılan başarı, kimi zaman da nihai tüketicinin emrine sunulmuştur. Nihai tüketicinin eline geçen başarı kavramı, herhalde serin ve kuru yerlerde muhafaza edilmediğinden olacak, kısa sürede tüketilebilir hale gelmiştir. Bu özelliği sayesinde de talep edilebilirliği artmış, fiyatı git gide yükselerek insanları daha fazla peşinden sürüklemiş, kendisine ulaşabilenleri az önce bahsettiğim üzere kısmen abad etmiş, ulaşamayanları da halk arasında Antidepresan olarak bilinen Serotonin Geri Alım İnhibitörleri (SSRI)'ne mahkum etmiştir. Anlayacağınız başarı sektörü lokomotif sektör olarak bir kaç sektöre de beraberinde katkı sunmaktadır.

17 Ağustos 2017 Perşembe

Küresel Piyasaların Kaygan Zemininde Narin Bir Bitcoin Tanesi

Doğrudan teknolojik bir ürün olmayıp Japon mucizesi olarak nitelendirilebilecek (veya nitelendirilemeyecek, bu kısım biraz müphem) son bir yılın ve takip eden ayların yükselen trendi Bitcoin, planet eksenindeki gelişmiş piyasalarda banknot koleksiyonlarına yeni eserler eklemeyi amaçlayan küçük, orta ve büyük boy yatırımcının epey kere dikkatini çekmekte. Dünya piyasalarında epeyce yayılan bu para birimi, milli hobisi köşe dönmek olup bu uğurda göz ve budak kapışmasında gözlerini feda etmeye hazır bir şekilde nice bankerlerin kapısında yatarak badireler atlatıp dolara ve marka yüksek faiz almak için banka kapılarını arşınlarken bir sabah bütün parasının buhar olduğunu gören, bütün bunlara rağmen halen umudunu kaybetmeyip kapıları içten ve dıştan zorlamaya devam eden necip Türk milletinin henüz yeterince dikkatini çekememiş görünüyor.

Bitcoin uygulamasının kısa zaman içinde bu denli yaygınlaşması ilgi çekici bir durum. Esasen bu durumun temelleri uzun bir süre önce internet ağları sayesinde atılmıştı. Burada yapılan bankacılık işlemleri ve fon transferleri sayesinde bin yıllardır hükümranlığını sürdüren kağıt paranın yerini alıp onu ikame edecek sanal araçların ortaya çıkacağı gören gözler tarafından anlaşılmıştı. Her şeyin sanal ortamdan halledilebildiği mevcut durumda, paranın gerçekliğinin de zaman içerisinde ortadan kalkmaması da abes olurdu zaten. Madencilik işleminin dahi sanal ortamda yapıldığı bir para birimi olarak Bitcoin, beraberinde spekülatif faaliyetlere sebep olabileceği endişesiyle de eleştiri okları tarafından sık sık hedef alınmakta.

Burada bu para biriminin küresel kapitalizmin kurtarıcısı olup olmayacağı veya beraberinde ekonimileri ne yönde etkileyeceği türünden sorular da elbette ön plana çıkıyor. Gelişen teknoloji sayesinde mali krizleri daha kolay aşabildiği söylenen küresel ekonomilerde, sanal paraya geçiş döneminin yaratacağı sancıların ortaya çıkarabileceği bir mali kriz mümkün müdür sorusu da akılları kurcalıyor elbette. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde sanal paranın karşı karşıya kalabileceği aşırı taleple beraber değerlenmesi sonucunda reel sektörün de etkilenebileceği ve 1929 Krizinde borsanın yarattığı dalganın bir benzerinin görülmesi ihtimaller arasında diye düşünmekteyim. Malum, piyasaların kırılganlığı sanal veya gerçek, somut veya soyut meta ve para dinlemiyor. Burada önemli olan Bitcoin'in piyasa üzerinde belirleyici güç olma süresi olacak. Şu anda bakıldığında bu süre kısalmış gibi görünüyor (herhangi bir terslik yaşanmazsa) Büyük Buhran devrinde bu süre zamanın ruhunun da etkisiyle (teknolojinin erişkin olmayışı, alım satım işlemlerinin klasik usullerle yapılması vb.) epey uzun sürmüştü. Bu kez ortaya çıkabilecek dalgalanma, Tsunami mi Kasırga mı olur elbette bunu öngörmek şu anda güç. Ama iktisadın her devrinde farklı metalar veya para birimleri üzerinden yaşanan aşırı değerlenme ve bunun neden olduğu krizler ve iktisadi tarihten alınan dersler, ihtimali epeyce kuvvetlendiriyor. Buradan tüm iktisat alemini (Açıköğretim okumuş iktisat mezunları da dahil) göreve çağırıyorum. İşaret fişeğini ben buradan gönderdim, sıra sizde.Vurun Roubini'ler, kriz kahinliği günüdür.

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Doksanlı Yılların Kitlesel Ansiklopedi Furyası

Çok da uzak olmayan zamanın birinde bilgi açlığının doruklarında gezinen yurdum insanını can evinden vurarak imdadına yetişen, devrin ciltli ve ciltlerinin toplamı Kareem Abdul Jabbar ile kıyasıya rekabet halinde bulunan yegane bilgi kaynağı ansiklopediler memleket havalisinde bilgi kasırgaları estirerek yeni bir furya başlatmıştı. Necip Türk milletinin takdire şayan bir biçimde o dönemki promosyon furyasından nasiplenme çabası başlı başına bir örnek olay olarak medya tarihinde yerini almakla beraber oturma odalarında iz bıraktı.

Geleceğe Dönüş serisinde bir dönemin çocuklarının çokça görüp özendikleri uçan arabaların 2000'li yıllarda var olacağı inancının taşındığı dönemlerde kupon karşılığı alınmasına karşın, milenyumun üzerinden 17 yıl 8 ay geçmesi ve malum uzay araçlarının yerinde esen tornadolara rağmen bu ansiklopedi takımları halen 1970 model raflarda ilk günkü tazeliğini ve bahar esintisini yaymaktadır. (demek isterdim ama bahar esintisi falan hak getire tabi, o esintiler isviçre menşeili bilim adamlarının inatçı lekelerle başrolleri paylaştığı deterjan ve yumuşatıcı reklamlarında görülebiliyor ancak) Benim bu seri içerisinde en sevdiğim Milliyet'in yanılmıyorsam 1993'te verdiği Memo Larousse idi. Genel ansiklopedi formatından farklı olan bu neşriyatın belli konu başlıklarını resimli ve örnekli şekilde anlatması ol vakitler dikkatimi çekmişti. Örneğin bu eser reklamcılık başlığı altında reklamın tarihçesini ve dünyadaki örneklerini gazete ve sokak ilanlarının revaçta olup, bugünkü kitle iletişim araçlarının prematüre adayı dahi olmadığı dönemlerden ele alıp önünüze koyuyordu. Her konunun diğer ansiklopedilerde bulunması imkansız olan bu tür görsellerle zenginleştirilmesi elbette ki 8-9 yaşlarında bir çocuk için ilgi çekiciydi. Yine o dönemlerde Sabah'ın kuşe kağıda baskılı olarak verdiği Grolier Americana serisi de kağıt kalitesi/içerik oranlaması itibariyle devrin en kaliteli ürünüydü. Ama Memo Larousse ile kıyaslandığında daha resmi kalması ve klasik ansiklopedi çerçevesinden sıyrılamamasından mütevellit bencileyin Memo Larouuse hep bir adım öndeydi. Yine devrin kayda değer bir ürünü olan Milliyet'in 1991 senesinde verdiği Büyük Türkiye Ansiklopedisinden de epeyce faydalanmışımdır. Bu neşriyatta da iller plaka sırasına göre ele alınıyor ve o ilin yemekleri, ünlüleri ve futbol takımları hakkında geniş bilgiye sahip olabiliyordunuz. Yani hangi magazin şahsının hangi memleket kütüğüne kayıtlı olduğunu merak eden malumatfuruş şahıslar için güzel bir kaynaktı. Bendeniz tabi o yaşlarda daha çok futbol takımlarına ve futbolculara meraklı olduğumdan bu yayını seviyordum. Yine Sabah'ın ürünü olan Gelişim Hachette'in de devrin iyi ürünlerinden olduğunu belirtmek gerek, koku hafızamda sayfalarının bıraktığı iz ön planda olmak şartıyla tabi ki.

Söz konusu dönemde gazeteler bu furyaya başlamadan önce yat, kat, lüks apartman daireleri vererek promosyon çılgınlığına adım atmışlardı. Sonra astar ile yüz arasında doğan fiyat farkından dolayı mıdır yoksa fazla yüksekten uçtuk, biraz da deniz seviyesinde dolanalım hem bize maliyeti de az olur demelerinden midir bilinmez bu parlak fikir bir parlak zihnin imbiğinden süzülerek hacmen büyüdü ve bir furya halini aldı. Devrin en ünlü sanatçılarının oynadığı bizim ansiklopedimiz sizi tek aparkatta yere serer, hayır bizim ansiklopedimiz sizi Osmanlı usulü silleler temalı olup zaman içinde kim daha uzağa atış yapacak ana fikrine sahip bir şekilde karşılıklı diss atmaya dönüşmüş ve ne anlama geldiğini adını koyanların dahi bilmediği Herkül Mega Kuponlar havada uçuşurken birbirlerine temas etmemek için azami gayret göstermişlerdir. Necip Türk milleri ise çoluğumuz çocuğumuz kütüphane kapılarında sürünmesin, onların da birer takım setleri olsun diye düşünerek kupon biriktirmeye başlamıştır. Ancak muazzam bir öngörüsüzlükle aynı devirlerde (ki 1993 baharına denk gelir) ODTÜ'de başlayan internet ağı çalışmalarının zamanla yaygınlaşıp 2000'li yıllarda internetin her evde yerini almasıyla bu ansiklopediler erken nostalji ürünü olarak raflarda ömür çürütmeye devam ettiler. Kimisi eskiciye veya kağıt toplayıcılara yar oldu, kimisi ise yar olacağı günü beklemekte. Necip Türk Medyası cephesinde ise nerede o eski savaşlar yankıları ara ara duyulmakta, tarafların göz pınarları mazinin hicranıyla sel olup taşmaktadır.

13 Ağustos 2017 Pazar

Kırsalda Bir Tren İstasyonu

Görünüşsel anlamda ve tenimi yalayarak geçtiği ölçüde rüzgarlı ve serin olduğunu varsaydığım bir yaz gecesiydi. Meydandaki ana istasyondan gelen ve taze geçmiş olduğu halde etkisi henüz geçmemiş tren çığlıklarının yaraladığı, yeni bir macera beklerken içinde bulunduğu rutine yenilmiş, yenilgilerden ders çıkarması gerektiği söylendiği halde yeniden yenilmeyi adet haline getirdiğinden ders çıkarmaktan fersah fersah kaçan pseudo mazoşist çocuk ve ilk gençlerin diyarıydı burası. Erken yenilmişliklerle malul olan bu kitleden mürekkep kasabada erken yaşlanmak adettendi. Her ne kadar anatomik olarak genç dursalar da ruhlara çökmüş olan yorgunluklarını gizleyemeyerek geleceğe bakmaya çalışan ancak gözlere çöken miyopiden sebep onu da göremeyen, suya yaklaştıkça aslında sudan uzaklaşan ve epeyce sonra her şeyin bir seraptan ibaret olduğunu fark eden bir insan topluluğunun selamıydı bütün bunlar…

Nostalji Sığınağının Derin Mahzenleri

İnsanoğlunun içinde bulunduğu durumdan kaçma alışkanlığı malumunuz. Bu durumda mazi durağına sığınmak birinci yol olarak görünüyor hepimiz tarafından. Homo Sapiens türünün bu alışkanlığı aslında her daim daha güvenli limanlar aramasından kaynaklanıyor bence. Dünyanın en sakin ve güvenli yerinde olsak dahi kendimizi güven içinde hissetmeyerek daha iyisini aramaya devam ediyoruz. Esasen sadece dayak isteme içgüdüsünden kaynaklanan bu durum tamamen bilinçsel bir durum olmadığından, karşı taraf üzerinde ileri dövüş tekniklerini uygulamanın doğru olmadığı fikrindeyim (bu teknikleri daha faydalı alanlarda kullanarak enerjimizi o noktalara kanalize etmek daha yararlı tabi) Halk arasında rahat batması da denen bu vaziyet, tamamen insanlardan ötürü kaynaklanmıyor. Burada beynin farklı fonksiyonları da devreye girerek güvenli ve iyi hissetmeye yarayacak olan nesneyi (bu durumun ağırlıklı olarak çocukluğa ve geçmişe dönmek olduğunu müşahade etmiş bulunmaktayım) uyararak geçici bir mutluluk sağlamakta. Tabi bu mutluluğun, mutluluk hormonları misali etkisi çok kısa sürüyor. Bu etkinin yarattığı bir bağımlılıktan bahsetmenin mümkün olduğu da aşikar tabi.
Velhasıl geriye dönme, yani çocukluğa ve ana rahmine dönme isteği aslında beynin sponsorluğunda gerçekleşen bir konu olduğundan, insanoğlu bu durum karşısında çaresiz. Beynin programlama ve organizasyon yeteneği karşısında kendimizi bu yapılanmanın eline bırakmak en mantıklısı (sıkıysa bırakmamayı bir deneyin) Eğer nostalji obsesyonundan muzdaripseniz, bu durum bütün obsesyonlar gibi beyninizin eseridir. siz yine de kendisiyle fazla zıtlaşmayın, kendisinin sağı solu pek belli olmuyor çünkü.