4 Mart 2017 Cumartesi
Brunchtan Dönen Beyaz Yakalıya
Haftanın son gününde
Bütün assignment ve complicationlardan uzakta
Kimi vakit toplu halde gidilen
Ve pahalıya patlayan Van kahvaltısında
Ve dahi akşam vaktine sarkan bir Brunchta
Executive Producer olma hayallerini yazarken
Beyaz buğulu camlara
Prezentablite şartlarını maksimize ederken ve dahi
Bir konsorsiyum tarafından inşa edilen taze plazada
Evropa diyarındaki Expatlardan selam alırken
Söverken derinden gelmeyen feedbacklere
Derinden duyumsarken bir Vacation özlemini
Problemları solve etmeye çalışıyorsun
Come on my darling
Dataları push ettikten sonra
Birer latte drink edelim.
3 Mart 2017 Cuma
Desiderius Erasmus İle Delirmeceler
Orta Çağda devrin karanlık dehlizlerinden geçip zehir gibi
sular içen Avrupa kıtasında, takvim yaprakları 28 Ekim 1466’yı gösterirken
dünyaya gelen bir bebeğin aydınlanma tarihinin en ünlü filozoflarından biri
olacağını kuşkusuz rahip olan babası dahil kimse tahmin etmezdi. Skolastik
düşünce temelinde engizisyon mensubu rahiplerin ali kıran baş kesen vaziyetinde
bulunduğu bir ortamda dünyaya gelen Desiderius Erasmus, yaşantısı boyunca devrin hal-i pür melalinin belirlediği sınırlarla iyi ilişkiler kurmadı elbette. Yaşadığı devir itibariyle Yıldız Tilbe’nin ünlü
tespiti olan yanlış zaman yanlış insan cümlesini ilk yarısı olan yanlış zaman
mefhumu itibariyle doğrularken, zamanı kendi devrini takip eden üç yüz yıllık
bir zaman dilimindeki filozofları etkileyerek kendi lehine bükmeyi başarıp
doğru insanın zamanın yanlışlığını giderebileceğini bütün Avrupa ve dahi bütün
insanlığa göstermiş bir fikir adamı olarak insanlık tarihine adını yazdırmıştı.
İşte en bilindik eseri olan “Deliliğe Övgü” de gösterdiği
ikonoklastik (putkırıcı) tavır, aydınlanma dönemecine yaklaşan insanoğlunun
verip verebileceği en üstün eserlerden biri olma özelliğini sonuna kadar hak
ettiğini gösteren en önemli tümceyi şu şekilde belirtmişti Erasmus:
“Başkalarının aklıyla bilge olmaktansa, kendi aklımla deli olmayı tercih
ederim.” Bu cümle esasında günümüzde aşılması Orta Çağdan daha zor olan bir
gerçeği yüzümüze apaçık bir şekilde vuruyor. Kitlesel tüketimin önüne geçilemez
bir şekilde arttığı, dünyanın global bir köy haline geldiği, bilgiye erişimin
kolaylaştığı fakat elde edilen bilginin bu global köyün feodal beyleri olan
tekellerin ve tröstlerin sahipleri tarafından akıl ve fikir dünyası iğdiş
edilmek suretiyle tenekeleştirilen insanoğlunun kullanamadığı bir ortamda
akıllı olarak nitelendirilebilmesi için yukarıdan dayatılan birtakım kriterleri
yerine getirebilmesi hava ve su kadar temel bir ihtiyaç olan düşünme eylemini
gerçekleştirebilmesi için ne kadar gerekli bu en önemi tartışma konusudur. Hiç kuşkusuz serfleşmiş insanın bulunduğu bir ortamda düşünce özgürlüğünden bahsetmek de kadük kalıyor.
Bu prangayı kırıp
akıllıca düşünebilmenin yolu ancak hakkıyla delirebilmekten geçmekte. Orta Çağ gibi delilerin yakıldığı bir dönemde
dahi kendi aklıyla delirebilme eyleminden bahsedebilen Erasmus’un varabildiği
noktadan bugün artık çok gerideyiz. Rönesans döneminin afilli düşünsel ve
sanatsal birikimini geride bırakan Avrupa kıtası bugün bulunduğu nokta
itibariyle çokça geride kaldı. O yüzden bugün “Cogito Ergo Sum” yani
düşünüyorum öyleyse varım diyen René Descartes’ın bulunduğu noktaya geri
dönebilmek için sürüden ayrılmak ve hakkıyla delirebilmek lazım geliyor.
1 Mart 2017 Çarşamba
Yaratıcı Yıkım Ve Yıkılmayan 3310
Geçen hafta telefon piyasasında 90’ların sonu 2000’lerin
başının piyasayı Ericsson ile birlikte domine eden en bilindik firması
Nokia’dan bir haber geldi. Yaşadığı iflas sürecinin ardından piyasaya geri
dönmeye hazırlanan Nokia, en debdebeli devrinin mahsulü olan 3310’u
güncellenmiş haliyle tekrar piyasaya süreceğini açıkladı. Bir devrin en fazla
kullanılan telefon modelinin tekrar piyasaya dönecek olması kuşkusuz nostalji
hastası obsesif melankolikleri epeyce sevindirmiştir. Bunun yanında ilginç
olansa Nokia’nın piyasada kendini yeniden hatırlatmak için en bilindik modeline
yeniden ihtiyaç duyarak adını hatırlatmak istemesiydi. Buradan bakınca
markaların da bireyler misali geçmişe özlem
duyabileceğini çıkarmak mümkün aslında.
Eski güzel günlerin hayaliyle yola çıkarken bir zamanlar fırtınalar
estirdiği modeli piyasaya sürmesi firma obsesyonu olarak da
nitelendirilebilecek bir anksiyetik vakanın pazarlama literatüründe
incelenebilirliğini gösteriyor.
Bundan gayrı olayı farklı bir açıdan da değerlendirmek
istiyorum. Avusturyalı ünlü iktisatçı Joseph Schumpeter’in “Yaratıcı Yıkım”
adını verdiği teorisine göre teknolojik gelişmeler kapitalist sistemi
geliştirip yaygınlaştıracak, bununla beraber yıkılışını da hızlandıracaktır.
Yani sistemin en güçlü olduğu zaman diliminin sona teknolojik gelişmelerle en
fazla yaklaştığı dönem olarak formüle etmiştir Alois Schumpeter. Bu noktadan
baktığımızda zibilyon çeşit teknolojik alet edavatın bulunduğu, teknoloji
marketlerinin etrafımızı sarmaşık misali sardığı, her çeşit elektronik alete ulaşımın kolay
olduğu 2017 senesinde, 2000’li yılların başında piyasaya çıkmış, artık kimi
evlerin vitrininde nostaljik bir meta haline gelen bir telefonu yeniden
piyasaya sürmek yaratıcı yıkım tezinin bahsettiği teknolojik gelişim sürecinin
yetersizliğine mi yoksa sürecin gelişmesi için yapılabilecek inovatif
çalışmaların önünün geçmişe takılıp kalan firma yöneticilerinin obsesif bakış
açısından dolayı mıkesildiğini düşünmek gerek. Yani firma psikolojisi denebilecek bir olgunun varlığı mümkün müdür bu araştırmaya değer bir konu.
Ezcümle, bütün bu gelişimler, bütün bu değişimlere rağmen
eskiye olan (veya olduğu farz edilen) rağbet bit pazarına nur yağdırarak
teknolojik alemde retrosel faaliyetlere yol açabiliyor Nokia örneğinde
görüldüğü gibi. Yaratıcı yıkım teorisinin vaaz ettiği teknolojik gelişmelerin
sürekliliğine rağmen eskiye dönüş devam edebiliyor. Tüketicilerin buna ne ölçüde
rağbet edeceği ayrı bir soru ama Snake 2 oynayarak nostalji yapmak isteyenler
için bu durum bir fırsat elbette. Bakalım bu tür hamlelerin devamı diğer müflis
teknoloji şirketlerinden gelecek mi ? Schumpeter’in
tezi de henüz doğrulanmış değil elbette, belki de yaratıcı yıkımı yaratacak
olan sadece yenilik değil belki de eskiye dönüş olacak. Ve dahi firma
psikolojisinin varlığı veya yokluğu da pazarlama ilminin önünde bir soru
işareti olarak duracak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)