Soğuk ve yağmurlu bir hava kütlesinin yakın zamanda ardında bırakarak terk ettiği ıssız olduğu kadar ulaşılmaz bir diyarın doruklarında ıssızdan uzaklaşmayı istercesine fakat bir tarafı da tam tersine bundan kaçınan bir halde yalnızlığı ile başbaşa kalarak kendini dinleme isteğini dizginlemeye çalışıyordu ana kahraman. Yazılacak olan bu hikayenin başı veya sonunun, içinde bulundurduğu kahramanların ve onların yaşantılarının ve dahi olay örgüsünün geçmiş veya geleceğe dair olarak zaman mefhumu çerçevesinde önemi bulunmamaktaydı. Anı yaşarken karakterlerin yaşayışlarının flulaşması bu hikayenin bütünlüğünü sağlayacaktı. Bu hikaye bütünlüğü sağlanırken de karakter hikayeleri birbirinin içine geçerek tek bir hikaye oluşturmalı ve geçmiş ve gelecek arasında kurulan kıldan ince kılıçtan keskin köprüye çıkışı sağlayacak merdiven basamaklarını oluşturmalıydı diye düşündü. Bir an için bu basamakları oluşturan olumlu hasletlerin kendisinde bulunup bulunmadığına dair çıkarımlar yapma isteği içinden geçti ancak bu tarz düşünceye dayalı eylemlerin uzun süreceğini düşünerek vazgeçti. Zaten oldum olası hayat felsefesine dair konularda fazla düşünmeyi seven bir yapıya sahip değildi. Fakat kafasını kurcalayan sorunların yarattığı vehimlerden dolayı bu durumu sorgulamaktan vazgeçemeyişi kendisi açısından paradoksal sıkıntılar yaratıyordu.
Tepeden aşağı doğru inen patikadan güç bela inmeye çalışıyordu. Bütün bu zorlukların varoluşsal sıkıntılarına ek olarak mı varolduğunu veya onlardan farklı bir niteliğe sahip olup olmadığını da düşünerek bir an duraksadı ve kafasını kaldırarak gökyüzüne baktı. Gökyüzünde mavinin tonlarını görebilmeyi umut etti bir anlığına. Tonlardaki maviliğe yakınlaşabilmek için doruklara yaklaşmak mı uzaklaşmak mı gerekiyordu veya düz ovaya inmenin görüş açısında farklılık yarataır mıydı bunu da düşündü bir anlığına nefret etmesine karşın. Renkler ve tonlar arasındaki geçişlerin gündelik hayatta da karşılıkları olduğunu aklından geçirdi. Sonra renkleri bir an için sildi aklından ve yoluna devam etmeye karar verdi. Devam eden yolda belirgin bir rotası olmamalıydı. Spontane gelişen yolculuklardan hazzeden bir insandı hayatı boyunca. Rutinden nefret etmesine karşın bunun yarattığı rutin onun için rutin sayılmazdı çünkü farklılık yaratan durumlar onun muhayyilesinde rutin kelimesi kapsamına girmezdi. Rutin dediğin belirli bir çerçevede gelişip sonucu da belli olan olaylar için kullanılmalıydı. Rutinden kaçmak için her fırsatı değerlendirdiği hayatı boyunca dönüp dolaşıp aynı noktaya gelinen bir sarmalın bağrında kendini bulmaktan da hazzetmiyordu fakat dönüşler kendisini ister istemez aynı noktaya getiriyordu.
Bunların arkasından sahip olduklarına ve olamadıklarına dönüp baktı. Baktığı noktadan yukarısında plazalar ve rezidanslar gözüne çarptı. Bir köşeye oturarak uzun uzun yükselen binalara baktı ve bozulan şehir mimarisinin yapısını geçici olarak değerlendirerek yola koyuldu. Mesafe kısa görünse de aslında uzundu. Etrafında canlı yaşantısına dair herhangi bir emare göörünmüyordu. Bu belirtilerden kaçmaya çalışarak geldiği bu noktada eskiye duyduğu özlemin kendisini şehre indirmesine söverek yoluna devam etti.
26 Haziran 2017 Pazartesi
17 Haziran 2017 Cumartesi
Sezona Dair Panoramik Bir Beşiktaş Analizi
Lig bitiminin üzerinden geçen yaklaşık üç haftadan sonra validemizin ligi olarak tabir edilen ve Spor Toto Teşkilat Müdürlüğünün baş finansörlüğünü yaptığı Über Ligimizin 2016-17 sezonu adına sağlıklı değerlendirmeler yapma vakti geldi sayılır. Her sezon sonunda mutad biçimde yaşanan çıkmaların ve düşmelerin mukabilinde transfer sezonunun açıldığı ve gündüz maçlarındaki kapalı tribün gölgelerinin koşmayı pek sevmeyen kanat oyuncularının sığınağı olduğu bu günlerde sezonu Beşiktaş açısından kısaca değerlendirmek isterim.
Beşiktaş taraftarları olarak sezon başlangıcında topluca bir Mario Gomez travması yaşadık. Rönesansın beşiği Floransa'dan gelerek bir sezonu güzelleştiren Gomez, eşi Carina'nın ülkedeki terör saldırılarından kaçma isteğini kıramayarak ülkemizi terketti ve damağımızdaki bıraktığı tat saklı kalmak üzere Wolfsburg'a transfer oldu. Bu durum aslında 2015-2016 sezonu Beşiktaş'ına yakıştırılan ve türeten şahsın hangi cansız varlığın sesinden esinlendiği tarafımca henüz anlaşılamayan tiki taka adıyla da anılan futbol mantalitesinin sonu demekti. Genellikle 2009-2014 arası Barcelona'sı için kullanılan bu yansıma sözcük dizgesi, Pierre Van Hoojdonk'un vaktiyle Quality Turkish Media tabiriyle isimlendirdiği ve dönem dönem işlerin iyi gittiği belli kulüplere (bittabi İstanbul kulüpleri oluyor bunlar) bu tip yakıştırmaları yapıp işler kötü gittiğinde yerin dibine batırmaya meyilli Türk Futbol Medyası tarafından pek kullanılır olmuştu. Her neyse burada Beşiktaş teknik kadrosunun forvetin gidişiyle sıfırdan taktik oluşturması burada takdire şayan bir durum. İskelet kadronun ve orta sahanın yıllardır oturmuş olması bunun en önemli nedeni elbette bunun yanısıra kadroya takviye edilen Talisca ve Adriano gibi isimlerin gösterdikleri göz alıcı performanslar da şampiyonluk adına önemli katkı sağladı. Frikik erbabı Jose Ernesto Sosa'nın Milan'a gidişiyle doğan boşluğu ahenkle dans edemese de etmeye meyilli olan saçlarının da etkisiyle dolduran Talisca, sağlam gelip ilerleyen haftalarda yapacağı katkıları Benfica maçında 90+3'te attığı golle daha sezon başında göstermişti. Asıl kapalı kutu kuşkusuz Aboubakar'dı. Kara Afrika'nın sıcak ikliminden kopup gelen bu kim olduğu bilinmeyen adam ilk haftalarda selefi Gomez tarafından forvet çıtası arşa yakın bir konuma denk getirilen Beşiktaş taraftarının kuşkusuz ki beklentilerini karşılayamadı. Ligin ilk yarısında Kayserispor maçı haricinde pek varlık gösteremeyen Aboubakar, asıl performansını Şampiyonlar Liginde göstererek performans yeterlilik kriterlerinde sınıfta kalmıştı. Ne olduysa Ocak ayında gittiği Afrika Kupasında oldu. Artık memleketinde kendisine yapılan Voodoo girişimlerini kayıtsız mı bıraktı yoksa aldığı memleket havası psikolojisi üzerinde olumlu etki mi bıraktı bilinmez ama Kupada takımı Kamerun'u şampiyonluğa ulaştırdıktan sonra bambaşka bir hüviyete büründü desek yeridir. Mevkidaşı Cenk ise sergilediği vasat performansa rağmen adına Alanya halkının gol duasına çıkarak ihya ettiği Vagner Love ikinci yarıdaki insanüstü performansını sergilemese belki de gol kralı olacaktı ki ligimiz açısından bu durum da ayrı bir garabettir.
Geçen dört sezonun kahramanlarından Atiba Hutchinson son haftalara kadar sergilediği performansıyla göz doldururken, Oğuzhan Özyakup kendisinin 20 Milyon Euro ettiğini iddia ettirecek kadar mükemmel performans sergiledi. Fabri, Lyon maçları haricinde vasat üstü ve zaman zaman (özellikle Boyko ve Tolga'ya kıyasla) mükemmel performanslar sergiledi. Yıllardır çekilen kaleci sıkıntısına göz göre göre çare bulamayan yönetim ve geçmiş teknik direktörlerden sonra en nihayetinde bu soruna da çare bulunmuş görünüyor.
Burada uzun teknik taktik analizlerden ziyade son iki yılda Beşiktaş'ın yükselen kazanma trendine dikkat çekmek isterim. Son yıllarda (arka arkaya yaşanan başarısızlıklar ve kaybedilen şampiyonlukların da bunda etkisi var kuşkusuz) futbol romantizminin pençesinden kurtulamayan ve Sevinmek İçin Sevmedik gibi abuk bir sloganla kendini avutmak zorunda kalan Beşiktaş taraftarı son iki yılda yaşanan başarıyla bu havayı nispeten üzerinden attı. Şenol Güneş, kendisi için iki yıl önce ezeli ve ebedi kaybeden iddiasında bulunan rakip takım taraftarlarının aksine uzun yıllardır son haftalarda kaybettiği şampiyonlukların acısını çıkarırcasına takımda başarı geleneğini oluşturdu. Bu konuda yıllardır sıkıntıda olan Beşiktaş'ın buna gerçekten ihtiyacı vardı. Bu romantik futbol zihniyetinin pik noktası olan ve farklı yönlerinden dolayı fetişleştirilen fakat ligin ikinci yarısında Premier Lig'e gideceği kesinleşince takıma son 4 haftada 1 puan toplatabilen gitar virtüözü Bilic'in ardından aranan kan kesinlikle bulunmuştur bu çok açık. Bundan sonrası Avrupa için ne ölçüde yeterli olur bu ise ayrı bir soru işareti. Özellikle transfer komitesinin sicili yapılan hatalar konusunda kabarık ama hocanın bu sorunların üstesinden geleceğini düşünmek istiyorum. Bu konuda gelecek sezona dair tablo Temmuz ortalarından itibaren netleşecektir. Bekleyip görmekte fayda var.
Beşiktaş taraftarları olarak sezon başlangıcında topluca bir Mario Gomez travması yaşadık. Rönesansın beşiği Floransa'dan gelerek bir sezonu güzelleştiren Gomez, eşi Carina'nın ülkedeki terör saldırılarından kaçma isteğini kıramayarak ülkemizi terketti ve damağımızdaki bıraktığı tat saklı kalmak üzere Wolfsburg'a transfer oldu. Bu durum aslında 2015-2016 sezonu Beşiktaş'ına yakıştırılan ve türeten şahsın hangi cansız varlığın sesinden esinlendiği tarafımca henüz anlaşılamayan tiki taka adıyla da anılan futbol mantalitesinin sonu demekti. Genellikle 2009-2014 arası Barcelona'sı için kullanılan bu yansıma sözcük dizgesi, Pierre Van Hoojdonk'un vaktiyle Quality Turkish Media tabiriyle isimlendirdiği ve dönem dönem işlerin iyi gittiği belli kulüplere (bittabi İstanbul kulüpleri oluyor bunlar) bu tip yakıştırmaları yapıp işler kötü gittiğinde yerin dibine batırmaya meyilli Türk Futbol Medyası tarafından pek kullanılır olmuştu. Her neyse burada Beşiktaş teknik kadrosunun forvetin gidişiyle sıfırdan taktik oluşturması burada takdire şayan bir durum. İskelet kadronun ve orta sahanın yıllardır oturmuş olması bunun en önemli nedeni elbette bunun yanısıra kadroya takviye edilen Talisca ve Adriano gibi isimlerin gösterdikleri göz alıcı performanslar da şampiyonluk adına önemli katkı sağladı. Frikik erbabı Jose Ernesto Sosa'nın Milan'a gidişiyle doğan boşluğu ahenkle dans edemese de etmeye meyilli olan saçlarının da etkisiyle dolduran Talisca, sağlam gelip ilerleyen haftalarda yapacağı katkıları Benfica maçında 90+3'te attığı golle daha sezon başında göstermişti. Asıl kapalı kutu kuşkusuz Aboubakar'dı. Kara Afrika'nın sıcak ikliminden kopup gelen bu kim olduğu bilinmeyen adam ilk haftalarda selefi Gomez tarafından forvet çıtası arşa yakın bir konuma denk getirilen Beşiktaş taraftarının kuşkusuz ki beklentilerini karşılayamadı. Ligin ilk yarısında Kayserispor maçı haricinde pek varlık gösteremeyen Aboubakar, asıl performansını Şampiyonlar Liginde göstererek performans yeterlilik kriterlerinde sınıfta kalmıştı. Ne olduysa Ocak ayında gittiği Afrika Kupasında oldu. Artık memleketinde kendisine yapılan Voodoo girişimlerini kayıtsız mı bıraktı yoksa aldığı memleket havası psikolojisi üzerinde olumlu etki mi bıraktı bilinmez ama Kupada takımı Kamerun'u şampiyonluğa ulaştırdıktan sonra bambaşka bir hüviyete büründü desek yeridir. Mevkidaşı Cenk ise sergilediği vasat performansa rağmen adına Alanya halkının gol duasına çıkarak ihya ettiği Vagner Love ikinci yarıdaki insanüstü performansını sergilemese belki de gol kralı olacaktı ki ligimiz açısından bu durum da ayrı bir garabettir.
Geçen dört sezonun kahramanlarından Atiba Hutchinson son haftalara kadar sergilediği performansıyla göz doldururken, Oğuzhan Özyakup kendisinin 20 Milyon Euro ettiğini iddia ettirecek kadar mükemmel performans sergiledi. Fabri, Lyon maçları haricinde vasat üstü ve zaman zaman (özellikle Boyko ve Tolga'ya kıyasla) mükemmel performanslar sergiledi. Yıllardır çekilen kaleci sıkıntısına göz göre göre çare bulamayan yönetim ve geçmiş teknik direktörlerden sonra en nihayetinde bu soruna da çare bulunmuş görünüyor.
Burada uzun teknik taktik analizlerden ziyade son iki yılda Beşiktaş'ın yükselen kazanma trendine dikkat çekmek isterim. Son yıllarda (arka arkaya yaşanan başarısızlıklar ve kaybedilen şampiyonlukların da bunda etkisi var kuşkusuz) futbol romantizminin pençesinden kurtulamayan ve Sevinmek İçin Sevmedik gibi abuk bir sloganla kendini avutmak zorunda kalan Beşiktaş taraftarı son iki yılda yaşanan başarıyla bu havayı nispeten üzerinden attı. Şenol Güneş, kendisi için iki yıl önce ezeli ve ebedi kaybeden iddiasında bulunan rakip takım taraftarlarının aksine uzun yıllardır son haftalarda kaybettiği şampiyonlukların acısını çıkarırcasına takımda başarı geleneğini oluşturdu. Bu konuda yıllardır sıkıntıda olan Beşiktaş'ın buna gerçekten ihtiyacı vardı. Bu romantik futbol zihniyetinin pik noktası olan ve farklı yönlerinden dolayı fetişleştirilen fakat ligin ikinci yarısında Premier Lig'e gideceği kesinleşince takıma son 4 haftada 1 puan toplatabilen gitar virtüözü Bilic'in ardından aranan kan kesinlikle bulunmuştur bu çok açık. Bundan sonrası Avrupa için ne ölçüde yeterli olur bu ise ayrı bir soru işareti. Özellikle transfer komitesinin sicili yapılan hatalar konusunda kabarık ama hocanın bu sorunların üstesinden geleceğini düşünmek istiyorum. Bu konuda gelecek sezona dair tablo Temmuz ortalarından itibaren netleşecektir. Bekleyip görmekte fayda var.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)